Bir adam… Belki de her gün evimize giderken gördüğümüz o adam, otobüste-vapurda gördüğümüz yüzlerden biri ya da komşumuz… Kapalı kapılar ardındaki gerçek yüz…
İstanbul’un kalabalık sokaklarına rağmen o İstanbul’da yalnızlığı seçmişti. Yalnızdı. Ama bunun farkında bile değildi. Kendisine dev aynasından bakardı. Mutsuzdu ama ‘mutluluk’ ne demekti? Mutlu nasıl olunurdu? Sevgi ne demekti? Sevgi nasıl gösterilirdi? Bunlar ona başka dünyanın cümleleri gibi geliyordu. Sevgi içinde sevgisiz büyümüştü ve bu durum onun ruhunda onun bile anlayamayacağı boşluklar yaratıyordu. Zaman geçiyor bizimki büyüyor aile kuruyor ama o boşluk büyüyordu. Boşlukları içerek kapatmaya çalışıyordu ama kapanmıyor daha da büyüyordu.
Artık kimliği belirsiz biriydi ama bunun bile farkında değildi. Arkadaşım dedikleri ise ona her zaman evet diyenlerdi. Seçilmiş yalnızlık zorunlu yalnızlığa dönüşüyordu işte… Kendi avuçlarının içindeki hayatı çoktan kendisinin olmaktan çıkmıştı…