Müzik ve Koku

Müzik ve koku… İkisi de geçmişe meydan okurcasına her şeyi yeniden ve yeniden hatırlatır. Bazen hatırladıklarınız sizi mutlu eder bazen canınızı yakar ve bazen ise hatırladıklarınızla ne yapacağınızı bilemezsiniz. İşte o zaman onları içeride boş bulduğunuz bir çekmece aralığına atıverirsiniz. Görünüşte ortalık derli ve topludur ama sadece görünüşte..

Bir gün bir mekanda ya da radyoda çalan bir şarkı toplu sandığınız tüm çekmeceleri boşaltıp odanın ortasına dağılmasına neden olur. Ve bu noktadan sonra önünüzde iki seçenek vardır ya yine her şeyi çekmecenin içine düşünmeden atmak ya da dışarı atılan her parçayı yeniden sevmek, belki biraz ağlamak ve sonra da ait oldukları yere kaldırmak..

Klasikleşmiş aşk filmlerinden ”Notebook”u izlememiş olan yoktur sanırım 🙂 70′lerinde alzheimer hastası olan karısına hala aşık bir adam Noah’ın karısına anılarını okuduğu sahne aklıma geldi. Tabi ki karısı hiçbir şey hatırlamıyor ama kadının hafızası yerine geldiği zaman ”ne kadar sürecek?” diye sorması, adamın ise ”en sonuncusu 5 dakika sürmüştü” diye cevap vermesi seneler geçse de hala içimi sıcacık yapar 🙂

Etrafıma bakıyorum, herkes hatırlayabildiği için kırgın ve üzgün.. Sonra aklıma başka bir kült film geliyor: ”Eternal Sunshine of The Spottless Mind..”

O filmi ilk izlediğim zaman büyülenmiştim. Oyunculuk, senaryo, görsellik, hikayenin akmasının yanında o zamanlar ben de unutmak istiyordum. Hatta film bitip o hepimizin kalbimde taht kuran o şarkı çalmaya başladığı zaman zihnimden geçenler ”Böyle bir şey gerçek olsa da ben denesem, ne güzel olur.” (Geçenlerde okuduğum bir makale böyle bir şeyin olmasının hayal olmadığı yönündeydi.)

Gençken, başımızda kavak yelleri eserken deli gibi unutmak istiyoruz ve yaşımız ilerlediği zaman ise deli gibi hatırlamak.. İnsan ırkının unutmak için verdiği çabanın aynısını yaşı ilerlediği zaman hatırlamak için vermesi ne kadar da ironik aslında..

Kendime dinlemeyi yasakladığım şarkılarım vardı. Çünkü onları her dinlediğim zaman canım yanıyordu ve ben hissettiklerimle ne yapacağımı bilmiyordum.

O zamanlar için çözümü kendime yasakladığım şarkı listemi çekmecenin en kuytu köşesine saklamakta bulmuştum.

Sonra? Hislerimle kalmayı ve ne olursa olsun, hissetmenin dünyanın en güzel şeyi olduğunu keşfettim. Hissettiklerimi bedenimin neresinde hissediyordum? Tam olarak ne hissediyordum? Ağrı mı? Sızı mı? Yanma mı? Gözlerimi kapatarak nefesimle kalabilir miydim? Belki o bölgeye nefesimi gönderebilirdim? Ve biraz daha gevşeyip, bırakmayı deneyebilir miydim?

Bir hafta boyunca midemde yanma hissiyle yaşamıştım. Okuduğum kitaplarda ya da dersine girdiğim hocalarım, ilham aldığım ustalar hep ”acının içinden geçmek”, ”anda kalmak” ile ilgili milyon tane cümle kuruyordu ama itiraf edeyim o zamana kadar bunun ne demek olduğunu bilmiyordum, anlamak için oradan geçmem gerekiyormuş.

Bir hafta sonunda yanma hissi gitmişti, yerine nereden bilmediğim şükranla kabul etme hissi gelmişti.

Kendime yasakladığım ne kadar şarkı varsa artık rahat rahat dinliyorum. Dinlerken sıcak bir tebessüm ediyorum ve işte o an hatırlamak dünyanın en şahane şeyi oluveriyor 🙂

Hatırlamak, bir ödüldür aslında.. Ya hiç hatırlayamasaydık? Ya hiç olmasalardı?

O zaman gerçekten biz olur muyduk?

Hayatıma bir şekilde dokunmuş olan tüm ruhlar, yaşamlar hepinizi seviyorum. Ve biliyorum ki; her ne olduysa olması gerektiği için oldu.

Sonra yavaştan müzik başlar:

Change your heart, look around you
Change your heart, it will astound you
I need your loving like the sunshine

And everybody’s gotta learn sometime …………

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s