Haşmet babaoğlu’nun pazar notlarından …

Bir insanı sevmek onu tanımaktan kolay mıdır? Galiba…
***
Sevmekle tanımanın zamanları da farklıdır. Aynı zaman dilimi içinde gerçekleşemezler. Birisini ona gelirken severiz. Giderken tanırız.
***
Ancak sevmek de, tanımak da bir açıdan birbirlerine çok benzerler: İkisinde de durup nereden bakıldığına göre işler değişir… Karşınızda her yanından sevgi taşan, bu nedenle neredeyse deli dolu birisi mi var? Eğer becerebilir, hatta cesaret eder de pozisyonunuzu değiştirirseniz, aynı insanda sevgi taşkınlığı değil, sevilme açlığı görürsünüz.
***
Evet! Pozisyon önemlidir. Örnek mi?.. Aşk altta kalanlara aittir. O çok yumuşak, o gözetip kollayan şefkat var ya… Ya odur üstte olan ya da şehvet!
***

Adamın sürekli kaybolup duruşunu ve onu seven kadının özlemle bekleyişini anlatan Zaman Yolcusunun Karısı filminden çıktığımda… Zihnimde bir kez daha şu düşünce dallanıp budaklanıyordu: Aşk beklemektir! Ya da Roland Barthes’ın söyleyişiyle “âşığın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur: Bekleyen!
***
Beklemek dünyanın verili düzenine direniştir… Ama aynı zamanda bir hipnoz halidir beklemek. Kıpırdayamazsın! Durumunu, yerini değiştirmeye kalktığında üzerine çöken ağırlık seni vazgeçmeye yöneltir.
***

Hayır! Hep özlem ve bekleyiş açısından bakmak doğru fakat kısır kalabilir. Oysa bambaşka bir yere de pencere açıyor Zaman Yolcusunun Karısı filmi!.. O da şu: Aşk imandır! “Dinden dönene” ya da sonsuza kadar! Filmin kadın kahramanı Clare 6 yaşındayken de 40 yaşındayken de sevdiği adama inandı. Evet, isyan etti zaman zaman. (Filmin afişlerinde öykünün içeriğine göre biraz çiğ kalan “kaybolmayan koca istiyorum” lafı bundan!) Çoğu kez beklemekten yoruldu Clare. Yalnızken ürktü, korktu. Ama sevgilisinin yalan söylemediğinden, gerçekten bir “zaman yolcusu” olduğundan hiç kuşkulanmadı.
***

Bazı kadınlar vardır; yalnızca aşka inanır ve hep aşkı isterler. Ama ah! Bilmezler ki, her davranışları dostluğa açılır. Sanki dostluk için yaratılmış gibidirler.
***
Hayal kırıklıklarımız olmasaydı, bir kişiliğimiz olur muydu?
***

Hani çiftler konuşurken laf lafı açar da başa dönülür. Biri ötekine takılır mesela: “Nasıl baştan çıkarmıştım seni ama…” Ya da eş dost arasında konu açılır; kadın onu ayartmak için erkeğin nasıl bin dereden su getirdiğini süsleyip püsleyerek anlatır. Hatta biraz kabalaşılır ve “ben ilk adımı atmasam, sen hâlâ aynı yerde otluyordun” tartışmaları bile çıkar. Bu tür konuşmalar aşkın veya ilişkinin başlangıcından bu yana ne çok zaman ve mesafe kat edildiğini, aşktan ne kadar uzaklaşıldığını gösterirler alttan alta… Yani… Artık her şey bir “hikâye”dir!
***

Haşmet babaoğlu’nun pazar notlarından …’ için 4 yanıt

Yorum bırakın