Yatağını nereye kurarsa evi orasıydı. Bazen otobüs durakları eviydi, bazen ise bütün yeşiller… Hava güzelse yıldızlar onun uykuya dalmasına eşlik ederdi.
Gündüzleri yatağını bir yere kaldırırdı ama eğer kendi küçük evini kaldırmamışsa yoldan geçenler için kötü kokuydu bu. Halbuki duydukları koku kendi ruhlarının kokusuydu.
Yalnızdı. Ne bir arkadaşı ne de hayatta bir alanı vardı ama yine de nereye yatağını kurarsa orayı gerçekten evi yapmasını beceriyordu.
Onun küçük evini görenler için ayrım başlardı. Biz ve o gibi… O yabancı olandı ve biz her şeye sahip olandık.
Halbuki başımızın altında iki kiremit olması orayı ev yapmazdı. Bütün ruhumuzla orası bizim evimiz mi ? Başımızı sokacak evimiz var ama yine de yabancısımıyız kalabalıkların? O bitmeyen yabancılık duygusuyla mı yaşıyoruz?
Yoksa asıl yabancı olan bizmiyiz?