Hayatımda eğer bir şeyden pişman olacaksam; yaptıklarımdan pişman olmayı tercih ettim hep, yapamadıklarıma inat.. Bu yüzden içimden ufak bir ses dahi olsa ”acaba” diyorsa kendimi hep uçurumdan aşağı bıraktım. Yara aldım ama bütün aldığım yaralarıma inat hep atladım.
Kabul ediyorum; yaralar yeniyken ve kırıklar ruhumu lime lime ederken hep pişman oldum. Kendimi affetmek istedim ama edemedim, bazen kaçtım unutmak isteyerek ama ne zaman kaçmak istesem aslında hiç kaçamadım ve sanırım evren, kırıklarımı kar topu gibi büyüterek hayatımın önüne atarken, aslında hep benim hazır olduğum anları seçti.
”Hazır değilim” cümlesi benim de hayatımda çok sık kullandığım bir cümle ama itiraf ediyorum aslında bu istisnalar dışında sadece koca bir bahane…
İnsan bir şeyi yaşamak için ona önceden hazırlanamaz, hazırlansa adına hayat değil başka bir şey dememiz gerekirdi. Kimse yürümeyi, bisiklete binmeyi ya da sörf yapmasını bir anda öğrenmez, denemeden hazır olup olmadığını bile bilemez ve eğer bir kere gerçekten denediyse tüm kalbiyle o zaman denemenin ”yapmaktan” farklı olmadığını bilir insan…
Hem kendimi hem de etrafımdaki kişilerin sözlerine tanık olmaya başladıkça ”denemek” ve ”hazır olmama” durumunun insanoğlunun en büyük yalanı olduğunu düşünmeye başladım. Bir şeyi istemiyorsam ”hazır değilim” etiketini yapıştırıyorum. Sanırım ”hazır değilim” cümlesinin daha az kırıcı olduğunu düşünmek gibi bir fikrimiz var.
Hayat, önce kendinize sonra da etrafınızdakilere dürüst olmaya başladığınız anda değişmeye başlar. Bahanelere başvurmadan, saklamadan gerçek ne ise onu olduğu gibi söyleme cesaretini göstererek… Sessizlik ile sözcükler arasındaki sınırı bilerek…
Uçurumdan atladıktan sonra kırılan sadece kalbim olmuyordu, hayallerimde kırılıyordu. İlk önce kırılan hayallerden kalbime ”acaba”yı düşürenleri suçluyordum ama anladım ki benim hayalleriminden sorumlu olan bir kişi var ise o da bendim. Bana iyi gelen şey başkasına iyi gelmeyebilirdi ve bu benim hikayemdi. Herkes benim verdiğim değer kadar yer kaplıyordu…
Ben yaralarımı kendi başıma sarmayı, yaralarımı sevmeyi, kırıklarımı iyileştirebilmeyi öğrendim. Canımı yakan, gözyaşı olarak dökülenleri sonunda başka bir şeye dönüştürebiliyorum.
Seneler önce acım çok yeni ve sadece benimkinin gerçek olduğunu düşünürken beni ”doğru zaman, doğru yer” ile uyuturlardı. Güçsüzdüm ve eğer güçsüzseniz bir yalana inanmak sizi geceleri uyutabilen tek masaldır. Bende o masala inandım ama zamanı geldiğinde bana anlatılan bütün masalları reddettim. Çünkü eninde sonunda insan anlıyor ki doğru yer ve doğru zaman diye bir şey yok.
Bir şeyler istediğin gibi olmuyorsa bir masala inanmaktan yorulduysan o zaman kendi gerçeğini bulmanın zamanı gelmiş demektir. Bütün bahanelerini özgür bırakacak cesaretin var mı ?
Bir kere hayatına gerçeğin yakıcı ışığı girdi mi başta ruhunu şaşkına çevirir ama sonunda her şey o ışığın bir parçası olur..