İnsan ırkının unutmak için verdiği çabanın aynısını yaşı ilerlediği zaman hatırlamak için vermesi ne kadar da ironik…
Kalbimizin tam ortasına saplanan tarifsiz acının hep ”hatırlamak” olduğunu düşünürüz.
Unutabilmek için yapılanlar bence günlük ağrı kesici görevini görüyor. Günü kurtarıyor ama uzun vadede acıyı belki de 100 ile çarpıyor.
Unutmaya çalışmak biraz örümcek ağı gibi ve bu yüzden her hareket ettiğinizde o anılar diyarında daha çok hapis oluyorsunuz.
Kendi anılar diyarımızdan örümcek ağı örüyoruz ve en tehlikesi o ağa alışıyoruz ve orası bizim ”evimiz” oluyor.
Evet, sizin için bir kere önemli olmuş, durumu, kişiyi, aşkı, yeri unutamıyorsunuz! Eğer sizi zamanında mutlu neden eden geçmiş, bugün mutlu edemiyorsa ve canınız yanıyorsa bence unutmaya çalışmaktan vazgeçin. Siz, yaşanmışlığı unutmak için koşturdukça o anıları olduğundan daha da büyüteceksiniz. Onun yerine kabul edin. O kişiler, o anılar, o aşklar olmasaydı bugünkü siz olur muydunuz? Giden gitti diye eldeki güzel anılarınızı çöpe atmanıza gerek yok ki… O zaman o anılar gerçekti, şimdi değil! Sadece bunu kabul edin ve devam edin…
Bugün doğru olanın yarın da doğru olacağını kim söyledi ki?
Hatırlamaktan bile kaçtığım anılarım vardı ama zamanla kendi yolculuğumu yapıp karanlıkta kalmış bütün odalarımı ışığın parçasını yapmasını bildim.
Ve her şey ışığa kavuştuğunda insan, geçmişte gözyaşları akıttığı olayları şimdi gülümseyerek hatırlayabiliyor.
Hatırlamak, bir ödüldür aslında.. Ya hiç hatırlayamasaydık? Ya hiç olmasalardı?
O zaman gerçekten biz olur muyduk?