Yaklaşık iki sene önceydi. Biraz ürkek ama birazda içimde bitmeyen bir umutla Om Yoga’ya Bora Hoca’yla konuşmaya gitmiştim. Yoga’nın hayatıma girmesinden 4 sene geçmişti, artık kalbimin ‘şurası’ dediği yerde Yoga Hocalık Eğitimi almak istiyordum.
Tanışma toplantısında İrem Hoca’nın bu eğitimde olduğunu öğrenmiştim ( Yoga House’daki bir etkinlikten tanıyordum onu. Enerjisi ve deliliği ile hayran olmuştum ilk gördüğüm zaman.) ama ben hala ‘evet’ dememiştim.
Hayatımda yeni insanları, yeni yerleri alırken hemen hemen hep zorlandım belki de çoğu zaman olayları elimden geldiğince zorlaştırmış olabilirim ama günün sonunda tüm o tırnakları çıkartan kadının teslimiyeti ile tanışanlar da hep şaşırdı. Evet, sadece ilişkilerdeki değil, yeni olan her şey için aynı tavır geçerliydi.
Om Yoga’daki eğitiminde kafamı kurcalayan en büyük sorun o zamanlar için yeni bir hastalıktan çıkmış olmamdı. Çok güvendiğim bir arkadaşım biraz bekle diyordu ama bir şeyi kafama koyunca başımın dikine gitme huyum hiç değişmedi ve eğitime başladım.
Hayatımın en çarpıcı, öğretici, zorlayıcı 5- 6 ayıydı. Çok güzel dostlarım oldu. Özellikle Hande ve Evrim eğitim sürecinde en zor zamanlarımda yanımda olmuşlardı. Zehra, hiç bilmese de en karmaşık dönemimde bana ışık olmuştu. Evet, hastalık hortlaması, terk edilme eklenince eğitim içimde bir yerleri iyileştirmem de yardımcı oldu. Zaten Yoga Hocalık Eğitimi’nin en güzel yanı asanalardan çok öte olması, sizi yeniden ve yeniden kendinizle yüzleştirip, içerilerde derinliklere doğru bir yolculuğa çıkacak cesaret verebilmesi…
Zoltan’ın ‘inversion’ konusunu işlediği dersi hatırlıyorum. O kadar güzel tatlı bir yogi ki dersin içeriğini bana kolaylaştırmak için her şeyi yapmıştı.
Eğitim bittikten sonra Bora Hoca ders verme konusundaki heyecanımı görünce beni öylece suya atmıştı. O zaman anlamıştım, yazın denize girerken bedeni suyun sıcaklığına alıştırmanın anlamsızlığını… Çünkü yüksek ihtimalle alışmanın bir yöntemi yoktu, hatta daha çok üşüyordun ama sadece gözlerini kapatıp, suyun derinliklerine atlama cesareti gösterdiğinde ne soğuk vardı, ne de başka bir şey… Sadece mavinin muhteşem kusursuzluğu ve saf eğlencesi…
Om Yoga’da önce hocalarımın, eğitmen arkadaşlarımın dersini verdim, sonra da yaklaşık bir senedir saatini ve gününü bildiğim bir dersim oldu.
Evet, bir şekilde orası evim oldu! Elimden geleni, kalbimdeki tüm iyi niyetlerimle yaptığım bir yer…
Hislerime bakıyorum da bir yere ait olmak için çırpınan kadından artık eser kalmamış. İnsanın kendi içinde bir evi olduktan sonra dışarıda da bir yere ait olmaya çalışmıyormuş, çünkü hem her yere ait, hem de hiçbir yere ait olmuyormuş.
Om Yoga’da bir süredir bazı değişiklikler oluyor.Artık gizli bilgi olmadığı için yazabilirim. Bunu ilk öğrendiğimde çok üzüldüm, insanın ilk eğitmenliğini aldığı, ilk dersini verdiği yerle ayrı bir bağı oluyor ama tüm dalgalar sakinleştikten sonra koşturmanın manasızlığını da anlıyor insan. Ne olması gerekiyorsa o olacak.
Bir yol kapanıyorsa, bil ki bir nedeni var. Kapanan yolda yeni yollar aramayı bırak. Sen tutunmayı bıraktığında, yeni için yer açtığında hayatın senin için hazırladığı sürprizlere hazır olacaksın.
Om Yoga’yı bana ev yapan başta Bora Ercan’a sonra Monika Tuğutlu ve Beyza Abacı’ya ve orada birçok anımı benimle paylaşan arkadaşlarıma ve öğrencilerime çok teşekkür ederim. Om Yoga’nın şu andan sonraki akıbetini hiçbirimiz bilmiyoruz ama yeni bir dönem başladığı ve ne olacaksa en güzeli olacağını çok iyi biliyorum.
Yol çok değişik ve sürprizli.. Güneşe teslim olduğumuz kadar yağmura da teslim olabilir miyiz acaba?
Yağmurdan sonra çıkan gök kuşağının keyfini, sadece yağmura teslim olabilenler sürebilir.
Yeni yollarda yürümeye ve yeni kapıları açmaya devam edelim…
Kalbimizi dinleyerek kendi ”mükemmel’ yolumuzda….