
En büyük korkum günün birinde böyle bir yazıyla, duygularla, kelimlerle başbaşa kalmaktı. Ve o korktuğum filmin senaryosu 23 eylül’den beri çok gerçek..
Kelimeler aslında benim için yüzleşme aracı, buraya bakma aracı… Bilerek oturmadım, oturamadım. Ortaya çıkan hislerle ne yapacağımı pek bilmiyordum.
Bolca canım yandı, öfkelendim, hayata, insanlara, kıskandım, yeniden canım yandı, Sustum, kendi köşeme çekildim, ne hissettiğimi anlamak ve bakabilmek için ve artık sanırım yazabilirim ne yazacağımı pek bilmeden benden dökülmesine izin verebilirim ve dökülenlerle kalabilirim.
Son 5 senedir annemin zor bir hastalığı vardı. ( bana ne diye sormayın lütfen, bu bile halen yorucu) Pandeminin de etkisiyle sonlara doğru hayata karşı bıkmış bir tavrı vardı. Ona kendi bahçemi göstermeyi çok denedim. Benim boyumu aştı, yapamadım. Hayatı algılama şeklini değiştirmek çok isterdim ama onun o karmaşalarının içinde olduğu gibi sevdim, seviyorum. Bence en gerçek sevgi tam da bu..
Günün birinde bu 5 senelik yolculuğunda ölümün gerçek olabileceğini biliyordum ama insan o sahnenin kendine hep uzak olduğunu sanıyor. Son bir haftalık hastane serüveninde onu acı çekerken görmek çok zordu. Onun ölmesinin onun için hayırlısı olduğunu idrak etmek, sevdiğini kendin için değil de, onun için serbest bırakabilmek…
Ve bir kere kaybetmelere kıyamadığını kaybettiğinde ise ruh çığlıklar atarmış, bir gün daha, bir sohbet daha diyerek pazarlıklara girermiş, bunlar geçince öfke hissedermiş. Hayatta kalanlara öfkelenirmiş ve bu döngü böyle sanki toz bulutunun içinde devam edermiş. Taa ki, o yataktan kalmayı başardığında “benim” diye sıkı sıkı tuttuğunu nezaketle görebiline kadar.
Sevgi, senin istediğin şifa sahneleri değilmiş, karşındakinin ihtiyacını / şifa olacak yolu görebilmek istemekmiş.
Bunu görmek de, kabul etmek de çok vahşi deneyimlermiş ve o vahşiliğin içinde yine de vahşileşmeden orada kalmak en büyük pratikmiş.
İnsan en çok neyi özlüyor biliyor musunuz? Basit şeyleri: Telefon açıp nasılsın diye sorabilmeyi, sıradan bir akşam üstü sıradan bir çay sohbetini..
Hayat sıradan anların mucizesinde saklıymış.
Bazen telefon çalıyor ve ben sen sanıyorum. Kalbine oturan kocaman bir yumru.. Yumruyu geçirmeye çalışmadan onu görmeye çalışıyorum. Hikayeye takılmadan yasımı nezaketle tutmaya çalışıyorum.
Hayatın her vahşi deneyimin içinde vahşileşmeden özde olarak kalmaya çalışıyorum. Ve evet bu çabamla gurur duyuyorum.
Hayatın yeniden sarsarak öğrettiği: bu an tam bu an son olabilir. Ona son sarılmam, son görmem olabilir. Bu an tam bu an son olabilir. Şimdi söyle, şimdi yap..
Şimdi yazdığım kelimlerimde, içtiğim çayımda, gördüğüm her yerdesin anne.. Hiç ayrılmadık, ayrılmamız da mümkün değil. Beni sen doğurdun, buradan öteye uzanan bir bağımız var.
En derinimde biliyorum ki, artık huzurdasın. İlaçsız, bol bol doktor önerleri olmadan o formsuz formda sonsuzluğunu deneyimleniyorsun
Her şey için teşekkür ederim.
SENİ SEVİYORUM,