Bırakmak

Eskiden geçmişimle bugünüm arasında kurduğum en belirgin bağ, anılarımı biriktirdiğim eşyalarımdı..
İlk hatırladığım koleksiyonum asitli içeceklerin kapaklarıydı. Ardından süslü kâğıtlar, peçeteler, posterler, dergiler, yazılar gibi farklı konularda bir sürü şey biriktirmeye başladım. Ben biriktirdikçe, dolabımı ne kadar fazla ve gereksiz ‘şeylerle’ doldurduğumu bilmiyordum.
İki sene öncesine kadar hayatımda kendimce önemli olan birçok şeyi biriktirdiğim anı kutum vardı. Sanıyordum ki beni, hatırladıklarıma bağlayan kutumdu. Konser biletleri, sinema biletleri, okul yıllarından kalanlar, mektuplar, anı ölümsüz kılmak için kutumun içine attıklarım… Uzun bir liste kabul ediyorum  Ama çok sonradan anladım ki; onları biriktirmeye çalışarak sadece bitmiş hikâyeleri büyütüyordum, hatırlamak için ya da bağ kurmak için hiçbir ‘şeye’ ihtiyacım yoktu. 
Bir akşam kutumu önüme alıp, içine attıklarımla biraz zaman geçirdim. Bir kutunun içine sığdırdıklarıma baktıkça aslında biriktirdiğimin ‘eşyalar’ olmadığını keşfettim. Yaptığım şey, bırakmış gibi yapmak ama bırakamamaktı. Oda görünürde çok temizdi ama ne kadar kir, toz varsa halının altına saklamıştım. 
Her biriktirdiğim anımla biraz zaman geçirip, günün sonunda birbirimizi serbest bıraktık.
Geçen sene bana çok benzediğine inandığım bir dostla tanışmıştım. Şimdi nerede, ne yapıyor bilmiyorum, yollarımız bir süre keşişti, birbirimizin yoluna bir şeyler ekledik ve rotalarımızı değiştirdik. Bir gün bana bir kitap okumamı söylemişti. Orada içerinin onaylamadığı hiçbir şeyin giyilmemesi gerektiği yazıyordu. Evet biliyorum, ezbere bildiğimiz bir bilgi ‘eskileri atın, yeniye açın!’ cümlesi ama hayat, kağıt üstündeki gibi değil! Çünkü bilmek ve deneyimlemek aynı şeyler değil ve aynı olmadıklarını ancak yaşayarak görebiliyoruz.

Geçen gün dolabımda 12 sene önce aldığım ama senelerdir giymediğim spor ayakkabımı buldum. Ne zaman aldığımı, o ayakkabının nelere tanık olduğunu düşündükçe sanırım başkasına vermeye de kıyamadım. Ayakkabımı karşıma alıp, birkaç dakika bakıştıktan sonra artık yeni sahibine doğru gitmek için hazırlanmıştı.

Artık biliyorum ki, her şeyin kendi zamanı var. Yani evet, ‘let go’ çok güzel, ama içeride hazır olmadan birisi ya da birileri ‘let go’ diyorsa oralardan uzaklaşmakta fayda var. Çünkü hayatın dinamiği hem tutunmak, hem de bırakmakta saklı ve önemli olan tutunurken bırakabilmek aslında. Tıpkı ağacın yaprakları gibi… Her bahar yapraklar sonbaharın geleceğini umursamadan bulundukları dala tutunarak açarlar. Tutundukları dal zamanı geldiğinde onları toprağa doğru bir yolculuğa çıkarır. Hiç bitmeyen kendini tekrar eden bir denge… Biz neden bir yaprağın yaptığını yapamayalım ki? 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s