Hayatta çok uzun süre bana iyi gelmeyen şeyleri kolaylıkla bırakabilen biri olmadım. İlişki, iş, ders verdiğim mekanlar… Sağlıklı gelmediğini bildiğim halde inatla orasından burasından çekiştirdiğim şeylerin listesini yapabilirim.
Ruhumu usul usul sıkıştıran ne varsa, hepsine bolca sağlıksız zamanlar verdim. Sağlıksız zaman diyorum çünkü, öyle sağlıksız, sıkışık bir alanın ferahlık doğurması mümkün değil. İnsanın kendi karnı açken, karşındakine tabağını vermesi sağlıklı bir şey değil, sevgi de değil! Sanırım insan sevgi sanıyor ya da sevgi olsun istiyor. Ama kişin kendi karanlığından başka bir şey değil.
Bırakırsam arkasından gelen acı ve gözyaşı hiç sevimli gelmiyordu. Başka bir olasılığı da istemiyordum ki, bu sağlıksız halin “istediğim” şekle gelmesini istiyordum. Ne büyük küstahlık ve tüm bunlarla beraber korkuyordum. Bu bildiğimi terk edersem sonra, sonra ne olacaktı? Nefes alabilecek miydim?
Oysa nefesi ne alan vardı, ne de veren… Her an, bana yaşam veriliyordu. Her an, Varoluş beni yaşamla dolduruyordu.
Artık biliyorum, verdiğim nefes gibi tutunduğum ne varsa bırakma alanına davet edebilirdim.
Artık biliyorum, tutunma çabalarımın hepsi, yine benimle ile ilgiliydi. Her nefeste bana yeni yaşam veren Varoluş, her boşalan nefeste onu alıyordu.
Artık biliyorum, bir şeyler elimin içinden gidiyorsa, tam burası yeni olasılıklara gebeydi ve işin en sihirli tarafıydı. Burayı doldurmama gerek yoktu. Eninde sonunda dalga kıyıya vuracaktı.
Geriye dönüp baktığımda aslında inatla maçı uzatmaya götürmek için kendimi nasıl da yorduğumu öyle netlikle görüyorum ki.. En derinde bizi sağlıklı olmayan her şeyin aslında öyle açıkca farkında oluyoruz ki, sadece bilmek istemiyoruz. Eğer açığa çıkarsa, açığa çıkanla ne yapacağımızı bilemediğimizden, korkuyoruz ve her şey yolundaymış maskesini oynuyoruz. Etrafa ve kendimize.. Ta ki, günün birinde bir şekilde hakem sert bir şekilde o düdüğü çalana kadar..
Belki bugün o uzatmalara oynadığın ne varsa onu, yanına oturmaya davet edersin. Bir şey yapmaya düzeltmeye çalışmadan onunla kalabildiğin kadar kalırsın. İşte burası yaşam’ın yeniden seni doğuracağı yerin de kendisi. Merak etme, kocaman yaşam an ve an sana yaşamı üflüyor, boşa geçirme hiçbir nefesi.
Son bir buçuk senedir hayatımdan bir seyleri çıkartırken ilk yaptığım: Gözlemlemek. Bedenimi, kalbimin atışını, duyumlarımı. Ve sonra da konu neyse onu karşıma nazikçe alıp, bir süre acele etmeden kalmak ve alan yaratmak. Bazen ağlamak, bazen bedendeki o yoğunlukla temas etmek ve vakti geldiğinde konuyu şefkatle yaşama bırakmak. Ama’lar, falan’lar gibi zihnin senaryoları belirdiğinde bilmiyorum diyebilmek ve cesaretle bir sonraki adıma aşkla yürümek..
Eğer hayatında seni sıkıştıran bir konu varsa dünyanın en sinir bozucu kelimesi şu olur: BIRAK. Ama nezaketle olana bakabilir ve kendini sıkıştırdığın her durumda değerli olanın sen olduğunu hatırlayabilirsin. Bırakmam lazım bakışı yerine, durumun sana ne hissettirdiğine görmeye istekli olabilir ve bu filmin tüm renkleriyle senin olduğunu hatırlayabilirsin. Aydınığı kadar, karanlığı da senin.
Yavaş yavaş..
Seni sıkışık hissettiren her şeye karşı nezaketle ve içtenlikle kalpten dökülsün: HAYIR
Değerli olan sensin! Kendi sisteminin güneşi sensin. Başka kişileri, olayları, durumları güneş sanma.. .
Parla, parla, parla .
.
.