Seneler önce çok sevdiğim bir arkadaşım vardı. Sanırım hayatımın en korkak, karanlık döneminin birkaç dostundan biriydi. İyi, kötü her şeyi konuşurduk, gülerdik, kavga ederdik ama birbirimizi bilirdik en önemlisi buydu!
Çocukluk dönemimizin saflığı ile dinlerdik hep birbirimizi ama günün birinde yoldaşlık bitti. O kadar kızdık ve öfkelendik ki birbirimize hiç geçmeyecek sandım (k) ve o öfkeyle tüm iletişimimizi kestik birbirimizle. Zaman durmadı seneler arka arkaya dizildi. Zaman geçtikçe tüm o öfkeler, kızgınlıklar öldü, yerine eski bir dostun hatırası kaldı. Geçen gün onun iyi olduğunu ve mutlu olduğunu öğrendim. Acaba seneler sonra güzel bir iki cümle söylesem eski dostuma ne olurdu?
Bir durdum. Sonra artık iyi niyetlerimi sadece onunla iletişim kurarak mı yapabilirim diye düşündüm. Sonra fark ettim ki, sessizce hiç konuşmadan o canlı enerjik dokudan kilometreler dahi uzakta olsam kalpten kalbe kurulan senelerin bağına güvenebilirim. Niyetlerimi rüzgara teslim ettim.
Seneler önce eski dostuma kızgınlığımı ve öfkemi tüm arkadaşlarıma nasıl da anlatmıştım ve anlatırken nasıl da Özde haklısın cümlesi bekleyip durmuştum. Haklısın demiyorlarsa karşımdakini ikna etmeye çalışarak geçirmiştim saatlerimi.. Aslına bakarsanız her durum için öyleydi. Acılarımı haklısın Özde onayı ile anlatıp dururdum, ta ki susmayı öğrenene kadar. Onay beklemeyi bırakmayı öğrendiğimde sessizlik sardı ortalığı…
………………………………………………………………….
__”Sen kendini bir şey sanıyorsun ama Lale’nin daha çirkinisin!’
__” O bileziklerin çok çirkin, kaç yaşında olduğunu sanıyorsun ki?’
__”Ben başka kadını seviyorum, ne halin var ise gör!”
…………………………………………………………………………………………………………
Bir lokmada yutulamayan hatta sindirmekte güçlük çekilen cümlelerdi. Seneler geçtikçe kalbinin ortasında oturan bir ağırlık kocaman bir yara, zamanla geçen ama duydukların, tanık olduklarınla sızlayan, o sızladıkça deli danalar gibi koşturmaya başladığın, ne yapacağını bilemediğin haller. Sönmüş bir yanardağ gibi.. Sen artık söndüğünü düşünüyorsun ama hiç beklemediğin anlarda yeniden alev alıyor, sonra sen söndürmek için uğraştıkça ateş küçülmek yerine daha da büyüyor.
Eee peki ne olacak? Hani geçmişti, bitmişti, yeni bir sayfa almıştı, neden sürekli eski bölümleri hatırlayıp duruyoruz?
Çünkü istediğin kadar sil, sayfada iz bırakıyor kalem. İnatla yazıyı silmeye çalışarak kağıdı yırtmak yerine o izlere bakabilmek..Bazı günler daha çok belirgin oluyor, bazı günler ise hiç belli bile olmuyor ama aslında hep orada.. Bunu bilmek yazıyı silmeyi gerektirmiyor ama içe hafif bir serinlik etkisi veriyor.
Hepimizin yaraları var, öfkeleri var, kırgınlıkları var, geride bırakmayı seçtiği olasılıklar denizi var, hepimizin bir hikayesi var. Seni etten, kemikten, duygulardan yaratan yaşam onu da , onu da yarattı. Ama hepsi Ayşe’nin yüzünden, Mehmet’in yüzünden deyip, işaret parmağını ona doğrultmak yerine kağıdın üzerinde bir belirginleşen, bir kaybolan izlere bakabilmek..
Ay kızmamam lazım, öfkelenmemem lazım demek yerine, sıkışıp hissettiğin yerin bir adım ötesine geçip, aslında kocaman bir yaşamda alan açabilmek kendine belki de..
Evet, suçlayacak hiç kimse yok, 20’li yaşlarda kırgınlığım nefrete döndü, o kadar çok öfke denizinde boğuldum ki, beni birinin boğulmadan çıkarmasını bekleyip durdum uzun bir süre, sonradan anladım kurtarılmak için adım atmam gerektiğini..
Adım at, sev, kırıl, yeniden sev, düş, yeniden sev, ağla, yeniden sev.. Yani kısaca kocaman yaşamda belki de kendin ve sevdiklerin için yapabileceğin tek şey sevmektir. Çünkü ancak sevgi ışık verir karanlığa.. Biz karanlık diyoruz ama karanlık, odaya ışık girmeden önceki hali ışığın.. O da onun bir parçası ve hep parçası olacak..