Kar yağıyordu, ben de bir yerde oturmuş bir şeyler atıştırıyordum. Sonra birden o şarkı çalmaya başladı. Zaman tünelinin içinden seneler öncesi sanki karşımdaki sokakta oynuyordu. O kızın koşturmalarını, sevdalarını, yaralarını, sessizliğini hatırladım o şarkıyı dinlemeye başladığım zaman.
Bazen bir şarkı, bazen bir fotoğraf, bazen eski bir mahalle ya da başka bir şey… Geçmişinle şimdiki anın arasında kocaman bir köprü kurmana yardım ediyor.
Sen hatırladığında ne yaparsın, köprüleri yakar mısın yoksa o köprüden yürür müsün?
”I just wanna feel
Real love feel the home that I live in
Cos I got too much life
Running through my veins
Going to waste
I don’t wanna die
But I ain’t keen on living either
Before I fall in love
I’m preparing to leave her
……………………………….
I just wanna feel
Real love and the love ever after
There’s a hole in my soul
You can see it in my face
It’s a real big place”
Kimseler görmesin diye orasını burasına yama yaptığım yaralarım vardı.( Ah, evet herkes gibi hele yaş 19- 20 ise.) Orasından burasından çektirip durdum. Onları kapatmak için dışarıdan bir kurtarıcının gelip beni kurtaracağına da inanıyordum. 2O’li yaşların başındaydım. İlk kez aşık olmuş ve o da ilk yaram olmuştu. Kalbime derin bir çizik atılmış, yaralarım daha da büyümüştü. Ben yine yamalar yapmak için oradan oraya çırpınmaya başlamıştım.
Başkalarının yaralarına hassas olmayı ilk başta o günlere borçluyum. Çünkü yaranın içinde nefes boğulmayı da, nefes almayı da o zamanlar öğrendim. Ve öğrendim ki; yaraları kapatan şey yama yapmak yerine yaşamışlığın verdiği cesaretle onları oldukları haliyle açığa çıkarabilmekmiş. Yani olanları halının altına atmak yerine, halının altına attıklarını günün ışığına çıkarmakmış yaraların şifası…
”Onun her istediğini yaptım ama yine de terk etti beni!”, ”İnsan neden telefonunu açmaz?”, ”8 saat oldu, kesin beni aldatıyor!”, ”Beni aldatmış biliyor musun?”, ”Benim kafamı karıştırıp, duruyor ne istiyor ki?”, ”Ben, o gün onunla olmak için kaç tane işimi ektim ama yine de ona yaranamıyorum.” gibi gibi bitmeyen sürekli konuşan eski travmalardan ezbere hareket eden bir zihnimiz var.
Canının şu an acıması hayatının sonuna kadar acıyacağı anlamına gelmiyor ama biz bunun her daim aynı şiddetle olacağını düşünüyoruz. Oysa zaman, o acına gerçekten tutunmayı bıraktığında yardımcın oluyor.
Bugün sevdiğim bir kız arkadaşımla konuşuyordum, öyle korkuyordu ki sevdiği adama olan sevgisini göstermekte ve aslında öyle çok istiyordu ki onu yaşamak ama bize öğretilen ezbere bilgi sevgini gösterme erkek kaçar! Canım hocam Zeynep Çelen eğitimlerde sürekli derdi bir dur, çünkü hiçbir fikrin yok, şu an olanla ilgili derdi. Yani bırak zihnin konuşsun, bir şeyler desin, ama bir nefeslik bir dur ve gerçekten o tepkiyi veren sen misin yoksa senin yaraların mı? Kimse senin yükünü taşımak zorunda değil ama kendi yükünü sahiplenmek işte o bizim işimiz.
Biliyorum yaşarken öyle olmuyor, birini sevmenin ne kadar göklere çıkardığını da yerlere indirdiğini de nasıl etinden et kopuyormuş gibi hissettirdiğini de biliyorum ve bunlarla birlikte sen kendi yüklerini her sabah yeniden taşımaya gönüllü olursan aşk olduğunu da biliyorum. Öyle bir aşk oluyor ki hem de J
O küçük kızın nasıl adım adım yol aldığını, o yolu adımlarıyla nasıl inşaa ettiğini biliyorum, bugün bu kahveyi içeren o küçük kız. Olan hiçbir şeyi dışlayamam, ama bir noktadan sonra geriye bir filme bakar gibi bakmaya başlıyorsun. Evet, o karakterle aranda bir bağ da kuruyorsun, belki üzülüyorsun, belki seviyorsun o perdede gördüğünde ama tepkin şimdiki yaşamını etkilemiyor ve bence en sağlıklısı da bu… Hatırlamaktan korkma, anılar önünde sıraya dizildiğinde hatırlamanda, sevmende, öfkelenmende bir sorun yok, gelen neyse buyur et ki, geldiği gibi sonra gidebilirsin. Önce sen hassas ol kendine, kendi duygularına sonra sevdiklerine, mendil satan amcaya, ağaca, kuşa.. Yayılsın, her şey büyüsün kocaman olsun, çoğalsın.
…………………………………………………………………………………………
Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşım bir arkadaşım aradı dedesi de annemin geçirdiği rahatsızlığı geçiriyormuş, hislerimi yaşadıklarımı öğrenmek istemiş. Ben de bildiğim, yaşadığım her şeyi dürüstçe ortaya bırakmaya başladım, onun yarasına da hassas kalarak. Sonra bir cümle geldi öte taraftan: ‘Çok şükür ki benim annem değil, dedem ama..’ Boğazıma bir yumru oturdu sanırım, cümleyi telefonu kapattığımda idrak ettim, vücudum yandı, içim acıdı. Ah, evet öyle demek istemedi, eminim istemedi ama benim canım acıdı! Şimdi ben acımamış gibi mi yapayım, canım acıdı! Biraz o hisle kaldım, o hissin içeride gezinmesini izin verdim, yolda yürüyordum bir ağacı izledim, kuşlara, gökyüzüne baktım. Zihnim bir sürü kötü senaryo yazmaya başlamıştı, sonra yeniden izledim etrafı, nefesime döndüm. Hiçbir şey bilmiyorsun ki Özde dedim, bak buraya kadar getirdi seni yaşam, hem de nasıl getirdi dedim kendime. Nefesim sakinledi, bedenim sakinledi ve yoluma devam ettim.
Yeter ki hassas ol, ama o bana hassas değil ki, sen hassas ol, hepimiz kendimizden sorumluyuz. Karşı kıyıya göre ne yapacağını belirlemek yerine ne hissettiğini fark et, kendi merkezini bir bil, tanı. Ne demek kendi merkezin? O ne demek istedi, bu ne demek istedinin ötesinde şu an sen ne hissediyorsun, ne demek istiyorsun? Bunu kaybettiğin anda her şey karışır, karmaşa başlar.
Güneşin kendin olduğunu ve yansıttığın ışık kadar her şeyin var olduğunu unutma yeter. Senden başka da bir kurtarıcı yok, şimdi dışarı çık ve güneşinle etkile kocaman yaşamı..
Tüm yollara çok şükür..