Geçen gün seneler öncesine ait beni zorlayan bir anımı hatırladım. O anının canlı halinini hatırladığımda kendime neden bana böyle acı veren deneyimi yaşamama izin verdiğimi anlamak istedim.
Kim canının yanmasını ister ki? Canımızın yanmasını istemediğimiz için çoğu zaman onu yok saymak istememiz tam da bundan değil mi? Yok saymak için kendimizi genelde farklı ”bağımlılıklar” dünyasında buluyoruz. Genelde bağımlılık denilince sigara ve alkol akla geliyor. Oysa her şey bir bağımlılık olabilir. İlişkiler, sevme şekliniz, olmaz onsuz yapamam dediğiniz ne varsa her şey bağımlılığa dönüşebilir.
Geriye dönüp baktığımda ‘ilişki” deneyimlerimin kendi sevgi bağımlılıklarımı açığa çıkarmama yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Zaten ne demiş Eckart Tolle: ‘İlişkiler acı ya da mutsuzluğa neden olmaz. Sizin içinizdeki mutsuzluğu dışarı çıkarırlar.’ Çünkü her ilişki kendi doğamızı/özümüzü hatırlamamız için öteden gelen bir fırsat.
Bunları yazana kadar bol bol duvara tosladım. Çünkü onsuz yaşayamam hallerinin büyük aşk göstergesi olduğunu sanıyordum. Hayatta bu bilgiyi değiştirmek için elinden geleni yaptı, sağ olsun. Kolay yoldan öğrenebilen bir öğrenci olmadım. O yüzden bilgiyi algılamam sindirmem için yaşam, (sonradan algıladım ki, )beni hep desteklemiş. O zamanlar destek olmadığını düşünsem bile, şu an tüm kalbimle eminim!
Ben gözümün önündeki görme konusunda inatçıymışım, yaşam açık ve netmiş!
Canımı yakan anıyı yaşamama izin vermemin nedeni, öğrenmem içinmiş. Deneyimlediğim üzere insanın aslında en büyük öfkesi yine kendisine. Her şey netlikle açığa çıktığında görünürde karşımızdaki insanı suçluyormuş gibi dursak da, aslında en çok kendimizi affedemiyoruz. Ve bir haberim var: İnsan kendisini affetmeyi öğrenmediği sürece, yaşamı kendisine zorlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. Görünürde karşımızdaki insana öfkeli, kırılmış gibi dursak da, insan en çok kendine kızıyor ve uzun zaman sonra o kız çocuğunun öğrenmesi için başka bir yolu olmadığını, başka bir yolu olsa onu yapacağını algıladığımda kendime duyduğum öfkem bitmişti.
Tüm ”bağımlı” hallerimizde o acımızı kompense etmek/ yok saymak için değil mi? Birilerine öfkelenmek en kolayı.. O, bana bunu bunu yaptı…… Ama bunu da yaptı.. Eeee??? Çok kötü biri… İşin aslı birbirimizin hayatında hangi deneyimi öğrenmemiz gerekiyorsa o deneyimin kahramanı oluyoruz. Senin hayatında öyle yapan biri, ‘muhtemelen’ seninle olan durumunda öyle!Bence bunu sindirmek de, algılamak da zaman alıyor.
…………………………………………………………………………
Biliyorum hepimiz başımıza kötü şeyler geldiğinde suçlu aramak için işaret parmağımızı savurmayı seviyoruz ama o parmağı savurdukça da insan, aslında kendine yabancılaşmaya başlıyor. Ben de yaptım. Hayal kırıklığı, kalp acısı sahne aldı mı suçluları seçip, öfkelenmek en kolayı! Zor olanı durmak ve gerçekten olanın berraklaşması için zaman vermek. Çünkü suçlu yok! Keşke öyle olmasaydı ama eminim başka yolu olsa öyle olurdu!
Hayatımıza giren “hiç kimse” inanıyorum ve biliyorum ki; sebepsiz yere gelmedi, gelmiyor. Birbirimizin hayatını bazen zor, bazen kolaydan etkileyip duruyoruz. Yağmur da, firtına da, sel de yaşama ait!! Sadece güneş mi yaşama ait sanıyorsun?
Biliyorum ki, seneler önceki kız çocuğun başka türlü öğrenmesine, büyümesine, toprağında güvenle kendi salabilmesinde o yağmurlar, fırtınaların anlamı çok başka. ”Kötü” diye tanımladığınız durum belli bir sonra nefes almanızı vesile olan kalp açıklığına dönüşebilir.
Ne dersin? Cesaretle içeri bakmaya var mısın?