Bir sene daha bitiyor, takvimler yine aralık ayında! Kim bilir neler sığdırdın, neler yaşadın, neler oldu, kime ya da kimlere koştun?, Belki aşık oldun bu sene, belki başka şehre taşındın, belki işini değiştirdin, ya da neler ekledin, neler çıkardın? Artık biraz durup arkaya bakma zamanı.. Arkaya bakıp, yaşanılanları hatırlayıp, anıları onurlandırma zamanı. Tüm karanlık anıları pembeye boyamaktan bahsetmiyorum. Sadece ne olduysa, olana yeniden dokunup, tam o an hissettiğine bakmandan bahsediyorum.
Kocaman arkamda kalan bir seneye bakıyorum da şimdi, zordu be dostum benim için! Ellerimi başıma götürüp ne yapacağım, nasıl yapacağım diye çok zaman geçirdim. Bedenimi hareket ettirmek istemediğim günler oldu, ah evet canım da yandı. Sana bilmişlik taslayıp, geçiyor biliyor musun demeyeceğim, zaten bunu çok iyi biliyorsun değil mi? Ama neyi deneyimledim bu sene biliyor musun? Ne zaman elimden gelenin fazlasını yapıp, hayatın istediğim yolu açması için direnişe geçsem, canım daha yandı! İşin aslı sanırım son kullanım tarihini uzatıp duruyormuşum öyle yaparak. Tükenmesine izin vermemek için inatlaşıyormuşum. Oysa mutluluk gibi acının da hissedilmesi lazım. Onun akmasına izin vermediğin sürece de, tohumdan ağaça gidemiyorsun!
Çay nasıl demlenir biliyorsun değil mi? Eminim biliyorsundur, çayın o tüm hazırlıklarından sonra demlenmesini bekleriz ya hani, işin aslı hayatta da tam böyle oluyor. Acı ya da mutluluk deneyimlerimiz içeride tüm hücrelere kadar iletildikten sonra demlenme başlıyor. Demlenme olayın süresini kısaltmaya çalışırsan, sürece etkilemek istediğin için demlenemiyorsun. Demlendiğini nasıl anlarsın biliyor musun dostum? HİSSEDEREK.. Hisler, çay tohumun çökmesi gibi içeride çökmeye başlar, tepinmelerin, isyanların, gitmelerin, kalmaların biter. Sessizce kalabiliyorsundur artık, seni deliler gibi zamanında koşturan şeyle.. Yağmuru hissetmek dışında, yağmurun içindeki güneşi algılamaya başladığında… İşte tam o an, dostum..
Ben bu sene demlenmeyi öğrendim diyebilirim. Eskiden her şeyin istediğim gibi olmadığında içeride tepinmeye başlıyordum. Geçen bahar yollarımızın ayrı düştüğü eski bir dostla karşılaştım. Ben ona kırgındım, o da bana kızgın. Onun dünyasında başka bir film dönüyordu, bende çok başka. Aynı şeyin farklı yerlerini anlatıyorduk, oysa temelde ortada olan şey aynıydı. Ona, bunu anlatmak istedim ama anlamayacak kadar öfkeliydi, sustum. Oysa eskiden ‘haklı’ çıkmanın ne önemli olduğunu düşünürdüm. Önemli olan, tam o an ne olduğunu kalbin bilmesiymiş, gerçekten bildiğinde uzun uzun cümleler kurmuyorsun biliyor musun dostum? Susmak, yetiyor.
Eskiden hoşuma gitmeyen duygular belirmeye başladığında, arkadaşlarımı arar, ilgi açlığımı gidermek için telefona sarılır ya da Facebook’ta zihnimi meşgul ederdim. Artık hoşuma giden hislerimle kaldığım gibi hoşuma gitmeyen hislerimle kalmayı da seçiyorum. Kolay olmuyor, bazen çok yorucu oluyor biliyor musun? Ama kendi gel- gitlerimi yönetmek yerine izlemeye başlayınca bir nefes açılıyor ortalık, sana kapanıyormuş gibi gelse de hem de ❤
Yani ne demek istiyorum biliyor musun? 36 beden kıyafet sana olurken, 34 bedenin içine istediğin kadar girmeye uğraş sana olmayacak bu kadar basit! İnatlaşmayı bırakman gerekiyor, sadece insanlarla değil, hayatındaki her şeyle inatlaşmayı bırakmaktan bahsediyorum! ‘Bırakamıyorsan da şu anda bırakamıyorum’ demek bile öyle ferahlatıcı oluyor ki.. Olmuyorsa olmuyordur dostum, ağla, sızla ama olmayan kıyafeti üstüne giyemezsin anlıyorsun değil mi? Trafiğin ortasındasın ve geç kalıyorsun! Ne yapabilirsin? Ben uçamıyorum mesela sen uçabiliyor musun? O zaman elinden gelenin en iyisini yapıp, gerisi için arkaya yaslanma zamanı.. Ya da ne bileyim; bu işte çalışmak istemiyorum diye sürekli aynı plağı çalıp söylemek yerine BİR DURSANA! Neyi değiştirebilirsin? Ağaç değilsin be dostum, istemediğin her şeyi değiştirebilirsin, ama nasıl soru şu: GERÇEKTEN DEĞİŞTİRMEK İSTİYOR MUSUN? Değiştiremiyorsun o zaman tavrına bir bakmaya ne dersin?
Önce sadeleş her anlamda. Daha az konuş mesela ama daha çok hareket et. Harekete edemiyorsan, konuşarak evrende kalabalık yaratma. Olan, acı verse dahi kirletmeden onunla kal. Sadeleş, suyun içine bir şey attığında önce su bulanıklaşır, bekle.. Bekle ki, su durulaşsın, netlik gelsin. Netleşmeden su bulanıkken suyu durulaştırmaya çalışma, çökmesini bekle ve izle. Bekle ki, belirgenleşsin her şey. Merak etme, su zamanı geldiğinde berraklaşacaktır. Daha sade, daha özgür, daha kendin, daha net net, daha esnek, daha teslim….
Tohum nasıl ağaç olur biliyorsun değil mi dostum? Tohum, niyetlerle ekilir toprağa ama tüm niyetlerle birlikte ne çıkacak tamamen bir sürprizdir. Gerekli bakım için elden gelen yapılsa da, hava şartları tamamen bilinmeyendir. Tohum, güneşten beslenebildiği gibi fırtınadan beslenmeyi öğrendiğinde ağaç olmaya doğru bir yolculuğa başlar. Artık, her şey onu besliyordur. Yaprakları belirmeye başladığında, tohumken bildiği her şeyi deneyimlemeye başlar. Teslimiyet.. Öylece kendiliğinden..Ne geliyorsa ve ne gidiyorsa biliyordur ki, OLUYORDUR.. Onun için gelen de, giden de aynı çubuğun iki ucu olsa da, en derinde biliyordur ki, OLUYORDUR. Ve yine biliyordur ki, bir şey oluyorsa o engelenemezdir, sadece hissedilebilir.