Günümüz Spiritüelliği

 

Günümüz modern yaşam ”spiritüelliği’nin içinden yolunuz bir şekilde geçtiyse ya da yeni geçmeye başladıysa eminim kafanız da karışmıştır. Günümüz spiritüelliği pozitif düşünmenin ne kadar önemli olduğunu, evrenden istemenin anahtar olduğunu söylüyor ya da mutluluğun 10 yolu, 20 yolu adı altında  değişik eğitimler, kitaplar, atölyelerde seni, yeniden yaşamla  bağlantıya geçmeni vaat ediyorlar. ”Al bu kitabı oku, al bu cümleyi tekrar et, bu eğitime git senin bağlantını yeniden kuracağım, seni mutluluğu bulmanı sağlayacağım”  sloganlarıyla farklı reklamlar çıkıyor sosyal medya hesaplarımda…

Biliyorum insan inanmak istiyor. Dışarıdan birinin ya da bir şeyin hayatımıza sihirli değnek gibi değerek, kendi acımızı bitireceğine inanmak istiyoruz ama saçmalık!

Kendimi bildim bileli bu dünyaya ilgim vardı.  Bu yüzden çok okudum, farklı birçok çalışmaya katıldım. Benimde en derinde görmezden gelmeye çalıştığım, orasından burasından çekiştirdiğim derin bir acım vardı. Kendimle de kalabilen biri değildim. Sevgi kelimesinin altına sakladığım ezbere davranışlarımın farkında da değildim. Okuduğum, gittiğim parçası olduğum her bilgiyi içime çekiyordum ve ben içime çektikçe bilgi gerçek olmadığı için yaramı da günü birlik kapatıyordu ve sanırım yaram her kanamaya başladığında bir etkinlik aramam da bundandı! İçimde bir boşluk vardı. O boşluğun nereden geldiğini bilmiyordum ama hayatımın çok uzun bir süresi o boşluğu kapatmak üzerine kurulmuştu. Sevgi’nin kıskanç olmadığını, verici olduğunu ezberlemişim ya, kıskanç olmadığını söyleyip duruyorum ama sevdiğim adamın kıskandığım gerçeğinden kilometrelerce uzağım, kabul etmek istemiyorum. Oysa seçtiğim adam, benim sevgi tanımın somut bir ifadesiydi. Benim sevilmeye dair halının altında yatan tüm korkularımın canlı haliydi ve beni tetiklediğini farkında bile değildim. Ama canım hayat, sizi acınızla tetikleyerek eninde sonunda onunla temas etmenizi sağlıyor. Ve iyileşme dediğimiz hal, kelimelerle değil de, o yarayla temas etmekten geçiyor. Ve bence en zoru bu,  o yüzden kaçıp duruyoruz.  Pema Chödrön’ün çok sevdiğim bir cümlesi var: ”İzin ver, zorluk değişmene vesile olsun. Kendi deneyimime göre; nasıl kaçılmayacağını öğrenmek için yardıma ihtiyacımız var.”

Günümüz spiritüelliği aslında en temelde bize nasıl kaçılabileceğini anlatıyor.  Ben de yaptım, inandım, gittim, okudum ama geriye dönüp baktığımda kendimle kalamayacak kadar acı içinde olduğumu her arkama baktığımda daha net idrak ediyorum. Bazı kelimelerin tekrar edilerek çözüm olunabileceğini düşünmüyorum. En derindeki hisse pozitif düşünme çabası altında kelimeleri tekrar ettikçe de ulaşılabileceğine de inanmıyorum.Ben sevgiyi hak ediyorum, ben değerliyim ya da benzeri günümüz ”pozitif” düşünme balonunu her tökezlediğinde istediğin kadar kullan, bir işe yaramayacaktır. Eğer sevgiye karşı oluşturduğun ezbere davranışın farkına değilsen,  bu ya da bunun gibi benzeri cümlelerle kendini kandırırsın.. O yüzden mutluluğa gidiş yolunun maddeler halinde veren her türlü kişi, yer, kitaptan uzak durmayı tercih ediyorum.Gerçek, kelimelerin günümüz spiritüelliği adı altında o maddelerin ötesinde bir yerde.. Gerçekten idrak belirdiğinde, bu kelimelerin ne kadar suni ve anlamsız olduğunu da fark ediyorsun.

Ne ironiktir ki, kim olduğumuza, ya da ne yapacağımıza, nasıl olacağına dair falcılara, yıldızlara, master’ lara soruyor ama içeri bakmayı unutuyoruz.. Oysa hepsi içeride, baksan da bakmasan da orada…  Dolayısıyla en temel niyetimiz, kendi gerçeğimizi, o atan kalbin gerçeğini görmeye istekli olmak ve biliyorum her zaman o kadar kolay olmuyor. Bazen insanın görmek istemeyeceği kadar yoğun olabiliyor. Geçenlerde uzun zamandır takip ettiğim Jeff Foster’ın online meditasyon eğitimine katıldım ve o eğitimde bir gün konu, daha fazla dayanamayacağımız acı, korku, kedere geldi. Jeff dedi ki ”Daha fazla dayanamayacağını söyleyen senin zihnin! Tam o an, sadece tam o andan bahsediyorum, aslında dayanabiliyorsun. Beden çok zeki, eğer katlanılmaz bir acı ile burun buruna gelsen bilinçli olmazsın.” 

Geçen yaz yaşadığım deneyim tam da buydu! Olanların hiçbirini beynim idrak edemiyordu ama yapamayacağım dediğim çok anın içinden geçtim.  Geçen sene nasılsın sorusu her sorulduğunda gözümden yaşlar süzülüyordu. Gülmeye çalışmadım, kırılganlığımla kalmayı, onunla nefes almayı ve onun bana yolu göstermesine izin verdim. Kırılganlığıma güvendim, üstünü kapatmadım. O karanlık yerin en temel öğrettiği şey, pozitif düşünme halinin  belki sadece günü kurtarabileceği oldu ama kendi derinle temas edilmeyen her yara çığ gibi büyüyerek insanın hayatının bir yerinde ( hem de hiç beklemediği anda) önüne geleceğine eminim. Bir sözcük ağzınızdan çıkıyor, bir duygu bedeninizde yoğun bir şekilde yayılıyorsa daha derine inmeden iyileşme de gerçekleşmiyor.

Dolayısıyla eğer derin bir acının, korkunun, kederin içinden geçme deneyimini yaşıyorsanız, önce gerçekte olanı görmeye istekli olmayı deneyin. Pozitif ya da negatif duygu diye bir şey yok! Günümüz spiritüelliğinin bize kattıkları bunlar! Kolun, bacağın gibi her duygu bize ait, insan algısı iyi ve kötü ayırmayı seviyor sadece…. Ve gerçekte olan duygu bedeninizin neresinde hissediliyor? Nasıl bir his? Büyüyor mu küçülüyor mu? O hisle olabildiği kadar kalabilir misin? Olabildiği kadar 1 dakika bile olsa o 1 dakika kendi karanlığınla temas ederek geçirebilir misin? Sonra belki yarın yeniden gelebilir misin?

Eminim hayatınızda en az 1 kere “her şey” dediğiniz şeyleri kaybetme durumu ile karşı karşıya gelmişsinizdir. Üzüntü ve acı… Ama hayat çok sürprizli, kaybettim dediğimiz şeylerden yeni şeyler yaratma konusunda usta.. Ve bazen “her şey”in de kaybedilmesi gerekiyor, “her şey” dediklerimizin ötesindeki o kutsal olan yerle buluşalım diye. Her şey’in hiçbir şey’e ve her şey’e döndüğü o yer…

Geçen yaz, çok net idrak ettiğim bir his vardı. Yoğun acı, korku, keder hepsi tek tek ziyaretime geldiğinde öyle bir noktaya geldim ki, daha fazla yapabileceğim hiçbir şey olmadığını idrak ettim.  Artık gerisi ben de değildi! Ve ateşin kor hali gibi karanlığın da kor hali olduğunu, onun da ana rahmi olduğunu onun içinde yol almaya başladığımda fark ettim. Ve tam da o kor halinin ortasında teslimiyeti buldum.  Acının merkezinde, en can yakan o yerinde belki kelimelerle ifade etmenin mümkün olmayacağı O saf, kutsal olan  yeri buldum. Tam o da orada ateşin en yüksek olduğu, acının en yoğun hissedebilir olduğu o yerde, acım teslim olup, dinlemeye geçti. Çünkü tam da Jeff Foster’ın dediği gibi: ”Karanlığın tam ortasında, merkezinde kutsal bir yer buluruz.” Çünkü tam da karanlığın tam orta yerinde bizi bekleyen umut var.

Dolayısıyla eğer orada bir yerde acı varsa, bu dediğim o kulağa çılgınca gelebilir ama iyileşme çabanızı bırakın! Hepimiz tam bu ana geldiğimizde hiçbir şey bilmiyoruz, hepimiz tam bu an başlangıç öğrencileriz, ne kadar meditasyon yaptığının, ne master’ı olduğunun pek de önemi yok, tam bu an hepimiz için yeni! Dolayısıyla lütfen birilerinin size iyileşme vaat ederek bir şeyler sunmasına izin vermeyin, nefesinize, an ve an bilmediğinize güvenmeyi seçin, sizi buraya kadar getirdi, eminim ki, biz bilmesek de bir yere götürecektir. Sadece atan kalbinizi dinlemeye istekli olun.

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s